DENK OLAN ORUÇ VE
YİYECEK (BUĞDAY) IN TAYİNİNDEKİ İHTİLAFLAR
Bize er-Rebi' haber
verip dedi ki: Şafii (Allah'ın rahmeti ona) dedi ki: Bana birisi dedi ki:
- Avlanmanın cezası
olarak oruç tutacak olursa, her bir müd için bir gün oruç tutar. Buna karşılık
yemin kefaretinde yedirecek olursa, her bir yoksula iki müd yedirir. Yine dedi
ki: Senin bu hususta arkadaşlarından bizim görüşümüze uygun ve senin kanaatine
muhalif herhangi bir rivayetin var mı? Ben:
- Evet dedim.
[1215] Bize Said'in İbn
Cüreyc'den haber verdiğine göre, Mücahid: Her iki müd yerine bir gün (oruç
tutulur.) derdi. O dedi ki:
- Peki nasıl olur da
Mücahid'in görüşünü almıyor, Ata'nın şu görüşünü alıyorsun: Yoksul kimseye
yemek yedirmek kap ettiği vakit rahatsızlık sebebi ile fidye hali dışında bk
müd yedirmesi kap eder. Sen ise: Ona iki müd yedirir dedin. Peki, rahatsızlık
fidyesinde iki müd yedirir dediğin halde niye her yerde yoksula iki müd yedirir
demedin?
Şafii (Yüce Allah'ın
rahmeti ona) dedi ki: Dedim ki:
- Senin iki soruna yüce
Allah'ın izni ile bir tek ortak cevap verilir. O:
- Bu cevabı zikret dedi.
Şafii dedi ki:
- Bizim de senin de
bizimle birlikte fıkha nispet ettiğimiz kimselerin de asıl dikkat etmeleri
gereken ve dile getirecekleri görüşlerinde onlara kap eden şudur: Kişi ancak
bildiği bir delile göre söylemelidir(konuşmalıdır). Şanı yüce Allanın
hükümlerinin sonra onun Rasulünün hükümlerinin iki bakımdan taabbud olmaları itibari
ile ortak bir özellik taşıdıklarını da bilmelidir. Diğer taraftan taabbud da
iki tür söz konusudur: Bir kısmı aziz ve celil Allanın yahut Rasulü'nün
sebebini kendisi içerisinde beyan etmiş olduğu bir sebepten ötürü taabbuddur.
Yahut bu sebebi Kitabının bir başka yerinde yahut Rasulü'nün sünnetinde beyan
etmiştir. İşte bizim söylediğimiz de budur. Kıyas yoluyla da onun benzeri
manada olan şeyler hakkında söylediklerimizi söyleriz.
Bir kısmı da yüce
Allah'ın başkasına ve bize hükmünü öğretmiş olduğu ve murat ettiği şeyler ile
taabbuddur. Biz her ikisinde de bunları bilmemekle birlikte Kitabında ve
Nebisinin dili ile yapmış olduğu açıklamalardan öğrendiğimiz hususlardır.
Bundan dolayı biz bunlar hakkında söylenecekler ile ilgili olarak farzımızı eda
edip nihayetinde ona ulaşırız. Herhangi bir şeyde bir manası olduğunu
bilmediğimizden de ona kıyas yapmayız. Çünkü biz ancak bildiklerimize kıyas
yaparız ve şanı yüce Allah'ın bize öğrettiğinden başka bizim bir bilgimiz
yoktur. Dedi ki:
- Bütün bunlar senin anlattığın
gibidir. Ben meseleleri açıkça ortaya koyan ehil kimselerden herhangi bir
kişinin farklı bir şey söylediğini işitmedim. Şimdi sen beni bundan
bilebileceğim bir surette bana bilgi ver. Çünkü bizim arkadaşlarımız bu cümleyi
senin anlattığın gibi ortaya koyuyor. Ondan bir harfinin dahi dışına
çıkınıyorlar. Fakat bundan fer'i meseleleri ortaya koyacak olurlarsa görüşleri
arasında farklılıklar ortaya çıkar. Derim ki:
- Onların doğrularını
kabul et ve yanılmalarını reddet. Dedi ki:
- Elbette ki bunu yapmam
gerekir. Gördüğüm hiçbir insan da uzunca bir gafletten kurtulmaz. Fakat
söylediklerine dair bana bir misal ver. Dedim ki:
- Rasulullah (s.a.v.)'ın
cenin hakkında ğurre hükmünü verdiğini gördüm. Biz ve sen dedik ki: Bu ğurrenin
değeri elli dinardır. Eğer o cenin diri olsaydı onun diyeti bin dinar olurdu.
Yahut ölü doğmuş olsaydı onda hiçbir şey gerekmezdi. Esasen o ya ölüdür ya
diridir. Ama kendisine karşı cinayetin işlendiği sırada hayatta olma ihtimali
de ölü ihtimali de söz konusu olduğu gaybi bir vaziyette idi. Peki biz buna
asılsız bir şeyi mi yoksa her ikisi hakkında ölümün ve hayatın mümkün olduğu ve
her ikisinin de durumu gayb olan bir adamı mı kıyasladık? O:
- Hayır dedi. Dedim ki:
- Yine buna
cinayetlerden herhangi bir şeyi de kıyas etmedik mi? O:
- Hayır dedi. Ben
- Neden dedim. O dedi
ki:
- Çünkü bizler bu
hususta Nebi (s.a.v.)'a itaat etmek suretiyle taabbud etmemiz istenmiştir. Onun
buna hüküm veriş sebebini de bilmiyoruz. Dedim ki:
- İşte biz mestler
üzerine mesh etmek hakkında da böyle dedik. Bunlara ne sarık ne burka ne
eldivenler kıyas edilir. O dedi ki:
- Bu hususta biz de
aynen böyle dedik. Çünkü onda abdestin bir farzı vardır ve bu hususta özellikle
de mestler söz konusu edilmiştir. O halde bu bir taabbuddur ve buna kıyas
yapılmaz. Dedim ki:
- Biz de sen de Nebi
(s.a.v.): Haracın zaman (tazminat) karşılığında olduğuna (yani nimetin külfete
karşılık olduğuna) ve hizmetin de harac gibi olduğuna hüküm vermiştik. O:
- Evet dedi. Ben dedim
ki:
- Çünkü biz haracın
müşterinin mülkiyetinde meydana geldiğini ve tazminatını ondan ödediğini
biliyoruz. Halbuki alışveriş onun hakkında söz konusu olmamıştı. o:
- Evet öyledir, dedi.
İşte bu kadar açıklama söylemek istediklerim için yeterlidir. Ayrıca sünnetten
de biri kendisine kıyas edilen diğeri kendisine kıyas edilmeyen olmak üzere
buna delalet de bulunmaktadır.
İşte kasame de böyledir.
Ona başka şeyler kıyas edilmez. Fakat sen bana rahatsızlıktan dolayı verilmesi
gereken fidyede oruç tutmayacak olursa her bir yoksula bir müd vermeyi tercih
edişinin sebebini bildir. Çünkü ya her bir müd için bir gün oruç tutmalı bu
durumda bir günlük oruç bir müdün yerine geçer. Eğer senin için müd sabit ise
doğrudur ve buna dair sana soru sormam. Şu kadar var ki sen şöyle demişsin: Bir
gün oruç tutmak yoksula yemek yedirmenin yerini tutar. Ona dedim ki:
- Aziz ve celil Allah'ın
hükmü, zihar yapan kişi hakkında, eğer söylediğine geri dönecek (eşine dönecek)
olursa bir köle azat etmektir. Onu bulamazsa kesintisiz iki ay oruç tutmaktır.
Buna gücü yetmezse o zaman altmış yoksula yemek yedirmektir. O halde zihar
yapan kimsenin altmış gün yemek yemekten kendisini alıkoyması, altmış yoksula
yemek yedirmesi gibi akıl ile kavranılan bir sonuca varılır. İşte bu mana
sebebi ile ben de her bir gün yerine bir yoksula yemek yedirilir sonucuna
vardım. Dedi ki:
- Peki bununla birlikte
başka herhangi bir delil var mı? Dedim ki:
- Evet. Nebi (s.a.v.),
Ramazan ayında gündüzün eşine yaklaşan kişiye: "Bir köleyi azat edebilir
misin" diye sormuş adam hayır deyince ona: "Kesintisiz iki ay oruç
tutabilir misin?" buyurmuş. Adam hayır deyince ona: 'LiItmış yoksula yemek
yedirebilir misin?" sormuş. Adam yine: Hayır deyince bu sefer ona bir
zembil hurma vermiş ve bunu altmış yoksula sadaka olarak dağıtmasını emr etmiş.
Hadisi rivayet eden
zembilde yirmi beş sa' olduğunu ifade ederek: Ya da yirmi sa' demiştir.
Bilindiği üzere, zembil on beş sa' almak üzere yapılır. Böylelikle onunla bir
vesk dört zembile eş değer olur. Bundan dolayı biz de yoksula ye dirmenin ölçeğini
bir müd buğdayolduğunu ve bir yoksula yemek yedirme yerine de bir gün oruç
tutmayı benimsedik.
Dedi ki:
- Her bir yoksulun
yerine bir gün oruç tutmaya gelince, o da dediğim gibidir. Yoksula bir müd
yedirmeye gelince şayet "yahut yirmi sa''' demiş ise, ben de derim ki:
- İşte bu her bir yoksul
için bir tam üçtebir (1/3) müd eder. Dedi ki:
- O halde niye böyle
demiyorsun? Ben dedim ki:
- Sen: Herhangi
birisinin bir müd ya da iki müd müstesna dediğini biliyormusun? O:
- Hayır, dedi. Dedim ki:
- Eğer durum senin
dediğin gibi olsaydı, bizzat sen kendin ona muhalefet
ederdin, fakat bu
muhaddisin bir ihtiyatıdır. Ve bu zembil hakkında söylediğim gibi o on beş sa'
dır. Bana Yemen'de ilim ehlinden birden çok kişinin haber verdiğine göre,
zembiller buna göre imal edilirdi. Çünkü onlar bu zembilleri yirmi beş sa'
hurmaya göre ölçek ve kileler gibi o ayarda yapıyorlardı. Dedi ki:
- Sen yemek olarak
kefaretin ve kadına yaklaşma kefaretinin senin de bildiğin bizim de seninle
birlikte bildiğimiz bir sebepten ötürü taabbudi olduğunu ileri sürdün. O halde
bize rahatsızlık ve onun dışındaki hususlarda fidye olarak yapılan kefaretin
buna kıyas edilmemesi gereken bir taabbud olduğunu bize açıkla. Dedim ki:
- Rasulullah (s.a.v.), Kab
b. Ucre'ye yedirmek hususunda bir feraklık ölçeği altı yoksula paylaştırmasıllı
söylemedi mi? Bu durumda bu yedirme (her kişi için) ikişer müd olur. O;
- Öyledir, dedi. Ben:
- Aynı şekilde ona
"yahut da üç gün oruç tut" diye emretmedi mi? O;
- Evet dedi. Ben dedim
ki:
- Yine ona ya da
"bir koyun kurban et" buyurdu mu dedim.
- Evet dedi. Dedim ki:
- Bizler yedirmeyi oruca
kıyaslayacak olursak, bir günlük orucun iki yoksula yemek yedirme yerini
tuttuğunu söylemiyor muyuz? O;
- Evet deyince dedim ki:
- Eğer koyun kesmeyi
oruca kıyaslayacak olursak, o takdirde bir koyun üç gün oruç tutmaya denk olur.
Öyle mi dedim. O;
- Evet deyince dedim ki:
- Aziz ve celil Allah da
temettü haccı yapan kişi hakkında: "Kim hac zamanına kadar umreden
faydalanmak isterse kurbandan kolayına geleni kessin, fakat kim bulamazsa hac
günlerinde üç, döndüğünüz vakit de yedi gün olmak üzere tam on gün oruç
tutsun?' (Bakara, ı 96) buyurarak bir koyuna bedel on gün oruç tutma tayin
etmiştir. O:
- Evet öyledir, dedi.
Dedim ki:
Aziz ve celil Allah:
"Bunun kefareti on fakiri doyurmaktır?' (Maide, 89) buyurmuştur. Bu
buyruğunda da köle azat etmeyi on yoksula yemek yedirmenin yerine emr etmiştir.
O;
- Evet deyince dedim ki:
- Zihar kefaretinde ve
öldürmede, köle azat etmek, altmış günün yerine emr edilmiştir. O;
- Evet, dedi. Artık
altmış gün tutmanın Allah'a yaklaştırıcılığı bakımından on gün oruç tutmaktan
daha öncelikli olduğu açıklık kazandığı gibi yine ben açıkça şunu gördüm. Bir
gün oruç tutmak karşılığında iki yoksula yemek yedirmektense bir yoksula yemek
yedirmek daha uygundur. Çünkü bir gün oruç tutmak, bir gün aç kalmak demektir.
Bir yoksula yemek yedirmek de bir gün yemek yedirmektir. Böylelikle güne gün
karşılığı iki güne bir günün kıyas edilmesinden daha uygundur. Kıyas ile en
uygun ve en açık iş olduğu da görülmektedir. Dedi ki:
- Peki bu hususta Atanın
sözünden daha ali (ondan daha erken dönemde yaşamış birisine senediyle ulaşan)
bir eser (bir rivayet) var mıdır? Ben:
- Evet, dedim: Bize
Malik haber verdi. .. Şafii dedi ki: (O
kişi) dedi ki:
- Bu hususta senin
çevrenden senden başka sana muhalefet eden oldu mu?
Ben:
- Evet dedim. Bu
muhalefet eden kişi kefaretlerin Nebi (s.a.v.)'ın müd ölçeği ile
karşılanacağını söylemekle birlikte zihar kefaretinin bundan müstesna olduğunu
ve Hişam müddü ile ödeneceğini ileri sürmüştür. O:
- Muhtemelen Hişam'ın
müddü iki müddür. Bu durumda o da bizim iki müd vereceği şeklindeki görüşümüzü
kastetmiş olması anlamına gelir. Bunun için de Hişam'ın müddünü buna dair bir
özel ölçek tayin etmiş olabilir. Derim ki: Hayır Hişam'ın müddü Nebi
(s.a.v.)'ın müddü ile bir tam müd ve bir müddün üçte biri yahut da bir buçuk
müd eder, dedim.
Şafii dedi ki: O dedi
ki:
- Eğer durum senin
anlattığın gibi ise, mesele üzerinde durmaya gerek kalmamıştır. Çünkü buna dair
soru sormanın hiçbir faydası yoktur. Durum bu iken herhangi bir kimsenin kalkıp
müd ile kefarette bulunmanın farklılık göstereceğini iddia edebilir. Mesela bir
kimse ona şöyle dese ne denir: Kefaret Hişam'ın müddünden kat kat daha büyük
bir müd ile ödenir. Ama yemek (buğday) Nebi (s.a.v.)'ın müddü iledir. Bunun
dışındakiler ise sonradan ortay çıkmış ve Hişam'ın müddünden daha büyük bir müd
ile olur. Belki de onun dedesi Nebi (s.a.v.)'ın zamanında daha yaratılmamıştı
bile ama insanlar şöyle demişlerdir: Bu müd Nebi (s.a.v.)'ın müddü ile iki müd
eder, diyerek ona ne bir müd ne de küsurat eklemiş olur. Bu ise kefaretler
hususunda bütün kanaat belirtmiş olanların kanaatin dışına çıkmaktır.
Şafii dedi ki: Ona
şunları da söyledim:
- Yine bizim
bölgemizdeki ahaliden birisinin iddiasına göre Medinelilerin ödemekle yükümlü
oldukları kefaretler, halen Medinelilerin ödediklerinden daha çok olmalıdır.
Çünkü onlardaki yiyecek (buğday) daha boldur. o:
- Peki böyle diyene sen
ne dedin, dedi.
Şafii dedi ki: Ona dedim
ki:
- Peki temel gıdaları
yonca (sebze) olan temel gıdaları süt olan hanzal olan balıklarla gıdalanıp
başka bir gıdaları olmayan ve kendilerindeki fıyatlar Medine'deki fıyatlardan
çok daha pahalı olan kimseler nasıl kefarette bulunacaklardır? Bunların
kanaatine göre Medinelilerin kefaretinden daha fazla kefarette bulunmaları ve
bazı kimselerin kıtlık zamanlarında gıda olarak kullandıkları bir tahıl olan
beyaz darı ile kefaret vermeleri nasıl olur? Diğer taraftan Medinelilerin fıyatı
eğer herhangi bir şehrin fiyatından daha ucuz ise, herhangi bir şehirdeki
fiyatların pahalı olduğu bir zamanda kefarette bulunması halinde -eğer o bunun
Medinelilerin pahalı fiyatları dolayısıyla olduğunu ileri sürüyorsa-
Medinelilerin kefaretinden daha azıyla kefarette bulunması gerekir. Yine ona
şöyle denilir:
- Sen Allah'ın
farzlarının herhangi bir kimseye göre hafifletildiğini yahut namaz hususunda
zekat had ya da başka bir hususta ihtilaf ettiklerini hiç gördün mü?
Şafii dedi ki: Dedim ki:
O halde bu görüşü kabul edenlerin bu kanaatleri ileri sürülerek buna itiraz
edilmemesi gerekir.
Şafii dedi ki: Bu görüş
sahibinden bir başkası da şu iddiayı ileri sürmüştür:
Yemek (buğday) hac ve
oruç sebebi ile kefarette bulunacak kimse nerede isterse aynen böyledir.
Şafii dedi ki: Ona da
şöyle denilir:
- Eğer kanın (kurban
kesmenin) ancak Mekke'de olduğunu ve yemek yedirmenin de dediğin gibi ancak
Mekke'de olması gerektiğini ileri sürüyorsun. Çünkü her ikisi de yemek
yedirmektir. Dedi ki:
- Oruç hakkındaki
delilin nedir? Dedim ki:
- Allah temettü haccı
yapan kimsenin orucun üç gününün hac esnasında yedi gününü de döndüğü vakit
olmasına izin vermiştir. Harem bölgesinde yoksullara oruç tutmanın da bir
faydası yoktur. Çünkü oruç kişinin kendi bedeni yükümlülüğüdür. Bu sebeple
vakti muayyen olmayan bir amel olur. Bundan dolayı o da bu ameli nerede dilerse
orada yapar.
Sonraki için tıkla:
AV ÖLDÜREN BİR
KİMSENİN DAVARLARIN DIŞINDA ŞEYLERLE FİDYE VERME İMKANI VAR MIDIR?